19 Kasım 2012 Pazartesi

Son Sefarad - Beyazıt Akman

İmparatorluk II
 

Tarihi olaylara tanıklık ederek hiç sıkılmadan okuyacağınız güzel bir kitap hayal ediyorsanız Beyazıt Akman'ı okumanızı şiddetle tavsiye edeceğim.

İmparatorluk serisinin ilk kitabı "Dünyanın İlk Günü"nde yazar Fatih'i ve Fetihi anlatmış ve o kitabı da beğenerek okumuştum. Okumadıysanız, ilgi duyuyorsanız mutlaka onu da okumanızı öneririm.

Öncelikle gerçekten akıcı bir üslubu var yazarın. Hikayeyi birçok  ayrı koldan anlatıyor ve her hikayeyi ortalama 4-5 sayfada aktardığı için hiç sıkılmadan bir çırpıda 100 sayfa okumuş buluyorsunuz kendinizi.

Her zaman bildiğiniz duyduğunuz tarihi kişiliklerin, elbette kurgulanmış haliyle, neler yaşadığını, hissettiğini Beyazıt Akman'ın kaleminden okumak mutluluk verici. Şimdiden İmpatorluk III' ün beklentisine girmemek işten değil.

3 yıllık bir araştırmanın sonunda ortaya çıkartılmış bu eser her sayfasında bunun hakkını veriyor. Araştırmadan,özümsemeden yazılmayacak ayrıntılarla dolu bir eser olduğunu düşünüyorum. Denizcilik terimlerinden tutun, hat sanatının incelikleri ve felsefesine; yıldız biliminden tutun engizisyonun temellerine, semavi dinlerin dünya tarihine etkisine kadar bir çok bilgiyi zevkle okuyacağınızdan eminim.

16.yy da katoliklerin İspanya topraklarında yaptığı zulüm karşısında müslümanların ve yahudilerin yardım çağrısına kayıtsız kalmayan II. Bayezid'ın 5 asırdır anlatılmayan hikayesinin anlatıldığı kitabı şiddetle tavsiye ediyorum.

16 Kasım 2012 Cuma

Samsung Galaxy Note II

 

 
Öncelikle bunun bir inceleme yazısı olmadığını belirtmeliyim. Uzun yıllardır iphone kullanıcısı olan ve aylardır iphone 5 in çıkmasını bekleyen biri olarak neden Galaxy Note II aldığımı ve bunun yanı sıra bu yazıyı yazma ihtiyacı duymamın sebeplerini açıklayacağım.

Türkiye gibi büyük bir pazarda neden Apple Store olmadığını yada başka yöntemlerle Apple'ın yeni çıkarttığı ürünleri ülkemizin pazarına niçin bu kadar gecikmeyle getirdiğini bir türlü anlayamıyorum. İphone 5 in tanıtımının üzerinden tam 2 ay geçti ve hala ürünün Türkiye pazarına garantili olarak girişine 1 ay kadar var. Fazla naz aşık usandırıyormuş evet. Ben Apple taraftarlığı yolunda ilerlerken bir şekilde İphone 5 almayı kafama koymuşken Galaxy Note II hakkında uzun bir inceleme yazısı okudum. Acaba mı diye düşünürken şimdi elimde gerçekten güçlü,kaliteli ve çok fonksiyonlu bir cihazla mutlu olduğumu söyleyebilirim.

 
Herkesin aklına ilk gelen soru çok büyük değil mi? Evet şuan 5.5inç lik ölçüsüyle piyasada ki en büyük cihazlardan biri ama  tek elle rahatlıkla kullanabiliyor (bayanlarda biraz sorun olabilir) ve bunun için çeşitli ayrıntılarla kolaylık sağlamışlar; tuş takımının sağa bitişik olarak küçük halde kullanılması örneği resimde görülebilir. Bu sayede tek elle kullanabiliyorsunuz.
 
Bu cihazı tercih etmemde ki en büyük sebeplerden biride fotoğraf ve video kalitelerinin artması, oyunların daha çok yer kaplaması sonucu oluşan hafıza ihtiyacı. Almayı düşündüğüm (ve en uygun fiyatlı) İphone 5, 16 GB ve arttırılabilir hafızası yok. Buna karşın Galaxy Note II'nin hafızasını arttırma şansınız var (Micro SD kart desteği sayesinde).
 
Fiyat açısından da oldukça avantajlı bir durumla karşı karşıya kaldım. Note II'yi 10 taksitle 1800 TL ye aldım. En az bir ay sonra alabileceğim İphone 5'in ise en az 2400 fiyat etiketi olacağını düşünüyorum.
 
Bunun yanı sıra 4 çekirdekli işlemcisi ve 2gb önbelleği ile Note II piyasada ki en güçlü cihaz. Kullanım sırasında bunu çok daha iyi anlayabiliyorsunuz. Açıkçası kullandığım dizüstü bilgisayarımdan bile güçlü bir donanımı var ve çoğu zaman birçok işlemi bilgisayarımdan daha hızlı yapabiliyorum. Gerçek anlamda Multitasking (çeşitli işlemleri aynı anda yapabilme) özelliğini sadece bu cihazda görebilirsiniz. Resimde görüldüğü üzere YouTube'dan video izlerken Twitter da gezinebilirsiniz. Mail, mesajlaşma, galeride gezinme ve aklınıza gelebilecek herşeyi aynı anda yapmanıza izin veren bir sisteme sahip.
 
İçerinde bulunan S-pen kalemi ile çok sayıda uygulamayı yönetebiliyorsunuz. Uygulamaları kullanmak, internette gezinmek ve mesajlaşmak hatta mail atmak için bu kalemi bu kadar kullanabileceğimi düşünmemiştim. Gerçekten çok işlevsel bir yardımcı özellik.
 
Kamera ve video çekiminin kalitesi oldukça başarılı. Bunun yanında İphone'un aksine kamera ayarlarını istediğiniz gibi yönetebilme şansına sahipsiniz. Yüksek çözünürlüklü ekranda oyun oynamanın, bir şeyler izlemenin yada internette gezinmenin keyfide gerçekten bambaşka.
 
Tüm bu özellikleri kullanırken insanın aklına gelen önemli sorulardan biride pil ömrü. 1 haftalık kullanımım sonucunda gözlemim, biraz pasif bir kullanımla rahatlıkla 2 tam gün pilinin dayandığı. Ben gün boyu cihazı kullanmama rağmen henüz 1 gün içinde tam boşalmış bir halde sarj etmek için prize takamadım. Mutlaka %30'luk bir yüzde kullanım için kalıyor. Buda İphone 4 yada 4s ten farklı bir pil performansı olmayan İphone 5'e karşı bir başka avantajlı taraf.
 
Sonuç olarak ilk defa kullandığım Android işletim sisteminden de oldukça memnunum ve büyüklüğü sorun olmayacak herkese bu telefonu gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.
 
 
 

6 Kasım 2012 Salı

Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!

Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.

Atadan kalma tohumlarımız;

* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır

Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.

TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,

* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.

Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...

Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php

EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40

www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

13 Ekim 2012 Cumartesi

HİÇ - Markus Zusak



Çok satanlar listesinde ki kitaplara çoğu zaman ön yargıyla yaklaşırım. Yine de çoğuna bakmadan geçmem. İyice araştırır eleştirilere bakar öyle alırım kitapları. "Hiç" hakkında çok fazla değerli yorum bulamamıştım ama okuduğum bir kaç yorum kitabın güzel olduğu yönündeydi. Kitabın arka kapağında bir felsefeden güzel bir kurgudan ve bambaşka bir dünyadan bahsediliyordu.

Kitap genç yazar Zusak'ın ilk kitaplarından biri,2002 yılında yayımlanmış ve 10 yıl sonra şimdi bizde çok satanlarda. Yine internette okuduğum kadarıyla 2005 yılında yayımladığı "Kitap Hırsızı" isimli romanı dünyada çok ses getirmiş çok başarılı ve çok satan bir kitap. "Hiç" 464 sayfa ama bana göre 150 sayfada anlatılabilecek bir öykünün büyük karakterle yazılıp aralara uzun boşluklar koyulup roman haline getirilmiş şeklinden başka bir şey değil. Okuması çok kolay bir kitap, zaman zaman keyifli de olabiliyor ama sonunu hiçbir yere bağlamayıp saçma bir şekilde ortada bırakırsanız kitabın içinde ki bütün gizemi değersiz kılarsınız.

Aslına bakarsanız daha çok eleştirel yaklaşılabilir ama o kadarda olumsuz olmak istemiyorum. Amacım beklentiyi yüksek tutmamanız ve hatta bana soracak olursanız zamanınızı boşa harcamamanız yönünde.

6 Ekim 2012 Cumartesi

Bulut Atlası - David Mitchell



Öncelikle kitabın farklı bir tarzı var. 6 ayrı öykü bir noktasından diğerine bağlanarak ilerliyor. Fakat bu 6 öykünün 5 i yarım bırakılarak ilerliyor ve 6 cı öykü tam bir şekilde merkezde anlatılıp kalan 5 öykünün diğer yarılarına geçiliyor. Bu şekilde anlatılınca karışık gelmiş olabilir,rakamsal olarak yazarsak şu şekilde ilerliyor; 1-2-3-4-5-6-5-4-3-2-1 .. Öykülerin her biri farklı bir tarzda yazılmış; 1.Günlük,2. Mektup,3. Roman, 4.Otobiyografi,5. Soru-cevap ve merkezde ki 6. öykü yerli Zachry’nin anılarını çocuklarına aktarması şeklinde. Öyküler o kadar yarım bırakılmış ki ilk öykünün baskı hatasından kaynaklı bir yarım bırakılış olduğunu bile düşündüm, böyle olmadığını ancak 100 sayfa kadar sonra anlayabiliyorsunuz çünkü.
Aslına bakarsanız kitaptan önce filmden haberdar oldum ve kitap uyarlaması olduğunu öğrendiğimde kitabı merak edip araştırıp okumaya değer olduğuna karar verdim. İyimi yaptım kötümü yaptım ona filmi izleyince karar vereceğim.. Zira genel olarak kitabı beğenmediğimi açıkça ifade edebilirim. Yazarın anlatımı son derece karışık, iki öykü hariç diğerleri benim için zaman kaybı oldu. Hem okuması zor hem de içeriği oldukça sıradan.

 2. Hikayede dahi müzisyen Frobisher’in anıları okunabilir ve eğlenceli geldi bana. Benim fikrime göre kitabı kurtaran ve hatta sadece bu hikayeden romanı oluştursa çok daha başarılı bir roman ve film olacağına inandığım kısım 5. Hikayede ki android garson kız Sonmi-451.

Ekim ayında Türkiye’de de vizyona girecek olan filmin 5 dakikayı aşan uzun bir fragmanı var. Bu kadar farklı hikayeyi anlatmak için filimin de 5 saate yakın olması gerekebilir.. Daha film vizyona girmeden birçok eleştiri almış gördüğüm kadarıyla ama ben izlemeden yorum yapmayı düşünmüyorum. Filmin yapımında  Matrix’in yaratıcılarından Wachowski kardeşlerin olması beni biraz umutlandırsa da kitabın büyük çoğunluğunu beğenmediğim için bana hitap etmesi zor gözüküyor. Yine de izleyeceğim.

20 Eylül 2012 Perşembe

Jehan BARBUR - SARI



Uzun zamandır dinlemediğim bir albümü koydum geçen gün arabamla yol alırken CD çalara. Feridun Düzağaç şarkılarının söylendiği, İyilik Güzellikspor. Çok dinlemiştim bu albümü ama 9.cu şarkı hiç bu kadar dikkatimi çekmemişti. Dinledim başa döndüm dinledim,bütün gün aynı şarkıyı dinledim. Yeniköy şarkının ismi, etkileyici bir ses; Jehan Barbur söylüyor.

İsmini duymuştum elbette ama kendi adıma bu kadar geç keşfetmeme kızdım. Tesadüfe bakın ki yeni albümü çıktı pazartesi,albümün ismi "Sarı" ,hemen aldım. Gerçekten etkileyici bir ses ve kaliteli bir albüm dinlemek isterseniz gidin alın. Uzun uzun anlatmaya çok gerek yok. Kaliteli işleri takip edip, destek olup, tavsiye etmek lazım gelir diye düşünüyorum.

12 Ekim de Bursa'da Nazım Hikmet Kültür Evi'nde albüm lansman konseri de var. Bir aksilik olmazsa gidip canlı canlı da izlemek planlarım arasında.

Şöyle de güzel bir internet sitesi mevcut ;

http://www.jehanbarbur.com/

Şarkıları kısa kısa dinleyip fikir edinilebilir.

10 Eylül 2012 Pazartesi

R.H.C.P. İstanbul Konseri Ardından..

 



Bu resim konserin bitişinden yarım saat sonra çekildi; olayları tersten anlatmak istedim zira organizasyonda düzgün giden hiçbir şey göremedik. Konser bitti ama insanlar dışarıya çıkamadılar, o kadar oyalanmamıza ve arka kapıdan çıkıp epey yürümemize rağmen hala meydan insan doluydu. İnsanlar dört bir yana yürüyüp evlerine gidecek bir araç arıyorlardı ve bunun bizim için mümkün olması en az 45 dakika yürüyüşün ardından gerçekleşti. Aracımızla gidemedik çünkü otopark yok. Çıkışta taksi ve servis araçlarının olacağı söylendi onu da göremedik.
 42bin bilet satıldığı söylendi; o alana o kadar insanı sığdırmak en hafif tabiriyle insafsızlık. Temel ihtiyaçlara ulaşılamamasından hiç söz etmiyorum bile. 1. Kategorideydik ve balık istifi izledik konseri.

RHCP den önce Athena çıktı sahneye, enerjileri yerindeydi ama sahnenin ne sesini ne ışığını kullanamadıkları için hep yaşattıkları coşkuyu  yakalayamadık bu sefer. Belki de beklentimizi RHCP a göre ayarlamıştık bilemiyorum.. Zaten Athena sahneden inerken , müziğe başlamamıza sebep olan gurupların başında gelen RHCP ı sizinle beraber izlemek için yanınıza geliyoruz, diyerek tamamladı konserini.

Vakit geldi, Josh koltuk değnekleriyle sahneye geldi, montunu çıkarıp Ayyıldızlı tişörtüyle yerine otururken Flea ve Antony sahneye geldi..Işıklar açılıp ilk sesi duyduğum andan itibaren 2 saat nasıl geçti bilmiyorum. Ne yorgunluk kaldı ne kalabalık ne açlık ne susuzluk. Ben hayatımda böyle bir performansı bir daha görebileceğimi düşünmüyorum.  Konserin tamamı usta bir yönetmenin elinden çıkmış görsel bir şölen gibiydi, sanki adam 2 saat içinde 21 ayrı klibi canlı canlı çekip bize izletti. Taraflı olabilirim kabul ediyorum, gerçekten bu adamların yaptığı müziği seviyorum ve sahnede bütün beklentilerimi fazlasıyla karşıladılar Ölmeden önce yapmam gerekenler listemin üst sıralarında olan bir hayalim gerçekleşmiş oldu böylece.

Konsere girişte elbette saatler sürdü. Birçok kontrolden geçip deney fareleri gibi labirentlerden dolaşıp her seferinde tamam şimdi alana ulaştık derken kalabalığa takılıp durduk. O anlarda etrafıma bakındığımda en dikkatimi çeken şey kalabalığın çok genç ve (bence) düzgün tiplerden oluştuğuydu. Benim bu dünyada yaşadığım süre kadar (1983 ten beri) müzik yapan bu genç adamları böyle güzel bir toplulukla izlediğim için bütün aksiliklere rağmen kendimi şanslı hissediyorum..

6 Eylül 2012 Perşembe

Hayvan Yemek - J. Safran Foer




Öncelikle kitabın arka kapağında yazılanların bende oluşturduğu algıyı karşılamayan bir kitap olduğunu belirtmeliyim. Şu sıralar listelerde olan tavsiye edilen ve açıkçası kışkırtıcı ve merak uyandırıcı bir ismi olan bir kitap Hayvan Yemek.
Ben daha çok yemek yeme alışkanlıklarımızın, dürtülerimizin altında yatan sebepleri ve bunlara bağlı olarak yemek yeme tercihlerimizi nelerin etkilediğine dair bir anlatım bekledim ve bununla ilgili tek bir paragrafa bile rastlamadım. Ama kitabı okudukça bir biyolog olarak beni yeterince tatmin eden çarpıcı bilgilere ulaştığımı söylemem gerekir. Kitabın dili biraz dağınık, konulara açıklama olmaksızın aniden giriş yapıyorsunuz. Genel olarak “sinai hayvancılık”tan bahsediliyor kitapta. Nasıl bir vahşet yaşandığı, ne gibi zararları olduğu, nasıl bir ekonominin döndüğü ve bu sayede hiçbir politikanın müdahale etmediği/edemediği uzun uzun anlatılmış.

Ölümü gerçekleşmeden derisi boynuna kadar yüzülmeye başlanmış sığırlardan, daha çok kas kütlesi elde etmek için genetiğiyle oynanmış ve bu yüzden hemen hepsi kısacık yaşamları boyunca acı çekerek yaşayan hindilerden, sayısız işkence gören ve bütün yaşamını kıpırdamadan geçiren domuzlardan ve daha bunun gibi birçok örnekten bahsediliyor. Ekolojik olarak ta nasıl bir kirliliğe yol açıldığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor yazar. Ama bunları anlatırken küresel olarak değil sadece Amerika tarafından anlatmış.
Ülkemiz adına ben bu kadar karamsar olmadığımı belirtebilirim; ama korkularım yok değil. Bu kadar acıyı, vahşeti okuyunca bile yemek alışkanlıklarımdan eti çıkarmayı aklımdan geçirebilirken, bu olaylara canlı şahit olmak beni epey zorlayacaktır diye düşünüyorum.

Yine de tüm bunların insanın kendini bir şeylere inandırmasıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Bugüne kadar sayısız kurban bayramında tanık olduğum görüntülerin yanında, bir biyolog oluşumdan dolayı normal insanlara göre çok daha fazla hayvanla haşır neşir olduğumu söyleyebilirim. Kitabın yazarının da söylediği gibi et yemeği ben de seviyorum ama buna karar vermek benim elimde.

21 Ağustos 2012 Salı

22/11/63 - Stephen King





Uzun yıllardır herhangi bir Stephen King romanı okumamıştım. Küçükken okuduklarım hep biraz fantezi-korku-gerilim içerdiği için uzak durdum sanırım. Ama 22/11/63 adlı kitabı görünce dikkatimi çekti. Hem J.F.Kennedy suikasti hem zaman yolculuğu hem de bir King romanı.
Kitap beklediğimden iyi. Ne beklediğimi bende tam olarak bilmememe rağmen okurken kendimi olayların akışına kaptırıp aynı anda yeni şeylerde öğreniyorsam o kitap benim için okumaya değerdir. Zamanın içinde yolculuk, her zaman insanların ilgisini çeken bir konu olmuştur. Başka bir dünya, başka bir zaman, benim gibi Matrix ve Geleceğe Dönüş filmlerinin hayranı biri içinde çok cazip bir konu.

Sıradan bir hayatınız var. Elinize aniden bütün dünyanın akışını değiştirebilecek bir imkan geçiyor. Neyi değiştirirdiniz? Hangisine gücünüz yetebilirdi? Geçmişte şimdi olduğunuzdan çok daha mutlu olmanız olası mı? King J.F. Kennedy suikastini engellemeyi hayal etmiş, bu sayede dünyanın daha yaşanabilir bir yer olacağını düşlemiş, kim bilir? Bunları yazarken de siz 60’lar Amerika’sın da bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitap 816 sayfa, uzun olduğunu düşünen, aynı hikayenin çok daha az sayfada anlatılabileceğini savunan yorumlar okudum fakat ben onlara katılmıyorum. Stephen King okumak bana keyif verdi, sizinde aynı keyfi almanızı umarak iyi okumalar dilerim.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

LEFTER - Haluk Hergün

                    
                    Futbolun Ordinaryüsü




Ülkemizde gün geçtikçe artan kutuplaşmalara karşı Lefter bir abide gibi yükseliyor bu kitapta. Sadece Fenerbahçelilerin değil, futbolu sevenlerin değil herkesin okuması gereken bir biyografi oluşturmuş Haluk Hergün. Dolu dolu içeriğiyle hiç sıkılmadan okunabilen, hem Türk futbol tarihini hem de Lefter’in uzun yaşam öyküsünü bu kadar naif bir şekilde aktarabilen bir eser oluşturmak hiçte kolay olmamalı.
Hep kulaktan dolma bilgilerle dinlediğimiz Lefter’in gerçek yaşam öyküsü yer alıyor bu kitapta. Lefter, Türkiye’sine, Büyükada’sına, Fenerbahçe’sine, futboluna aşık bir insan. 20 yıla yakın aktif futbol oynayan, ardından uzun yıllar antrenör-oyuncu olarak Türkiye’nin çeşitli yerlerinden görev alıp futbolu herkese sevdiren bir efsane Lefter. Onu izleme şansına erişen herkes  Lefter’den daha iyisinin olmayacağı konusunda hemfikir. Kitabın yanında gelen Nebil Özgentürk’ün harika belgeselinde Lefter’in birkaç görüntüsü izleme şansına sizde erişiyorsunuz. Kitabı okurken, DVD deki görüntüleri izlerken gururlanmamak, duygulanmamak mümkün değil.

Ünlü İtalyan futbol adamı Pozzo Lefter için şöyle demiş ; “Eğer avucuma bir top yerleştirmek mümkün olsaydı, bu avucuma Lefter’de sığabilseydi, Lefter benim avucumda o topla çalım atardı. Öyle büyük bir futbolcu..” Bizde ki meşhur söylem gibi ; “Ver Lefter’e yazsın deftere..”
Şimdi artık Büyükada’ya gidip Lefter’in gezdiği sokaklarda gezip, mezarına bir çiçek bırakmak, ardından Fenerbahçe müzesini ziyaret edip çıkışta Lefter heykeliyle bir poz resim çektirmek bana farz oldu. Keşke daha önce bir imkanını bulup, bir şekilde büyük ustaya ulaşıp, Çubukluya bir imza attırabilmek gibi bir zekayı gösterebilseydim diyorum kendi kendime.

Nur içinde yat “Turco” Lefter.. Futbolun Ordinaryüsü.. Ayyıldız’da Çubuklu’da bize emanet..




9 Ağustos 2012 Perşembe

LÖSEV Gönüllüsü Olmak Bir Ayrıcalıktır...

Büyük LÖSEV Ailesi, lösemili&kanserli çocuk ve ailelerin bu zorlu mücadelede yalnız olmadıklarını göstermek için sevgi ve azimle çalışan bir vakıftır. LÖSEV kurulduğu 1998 yılından bugüne dek faaliyetlerini duyarlı kişi ve kuruluşların destekleri ve binlerce GÖNÜLLÜSÜ’nün katkılarıyla gerçekleştirmiş; Türk halkının konu hakkında daha bilinçli ve duyarlı olmasıyla beraber tedavide %91'lere çıkardığı başarısını %100’e çıkartmayı hedeflemiştir.


LÖSEV'e gönlünü veren gönüllüler LÖSEV’in her etkinliğinde aktif rol almakta, vakıf çalışmalarına aktif katılım göstererek çocukları hayata bağlamaktadırlar.

Yüreğinde paylaşım ve sevgiye yer olan herkesi Lösev gönüllüsü olmaya davet ediyoruz.

Lösev gönüllüsü olabilmek için aşağıdaki formu doldurmanız yeterli: http://bit.ly/losevgonullusu
Lösev’i Facebook’ta takip etmek için: www.facebook.com/losev0660
Lösev’i Twitter’da da @losev1998 hesabından takip edebilir, #LosevHayatVerir hashtag’i ile  paylaşımlarınızla destekleyebilirsiniz.

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

3 Ağustos 2012 Cuma

Hüsnü Şenlendirici ve Trios Chios


EGE’NİN İKİ YANI




Bir albümün ismi ve kapak tasarımı içeriğiyle bundan daha uyumlu olamaz sanırım. İlk parça başlar başlamaz Ege’nin iki yakasında dolaşmaya başlıyorsunuz. Biraz buzuki,biraz klarnet,biraz keman,biraz kanun derken Yunan müziğinden girip Türk ezgilerinde buluyorsunuz kendinizi. İki halkın sesleri,enstrümanları,tınıları içice geçmiş bu albümde.
Sakız Adasının usta müzisyenleri,Türkiye’nin en değerli müzisyenlerinden biriyle Babylon paydasında buluşarak muhteşem,arşivlik bir eser yaratmışlar.

Hüsnü Şenlendirici benim için klarnetinden çıkan büyülü sesin nefesinin sahibi, müthiş bir müzisyen. Hakkında çıkan hiç bir haber beni ilgilendirmez. Ben onu Laço Tayfa'dan,Athena'nın Yalın'ın şarkılarında ki müthiş nağmelerinden tanıyorum,hatta duyduğum herhangi bir klarnet sesinin Hüsnü Şenlendirici tarafından icra edilip edilmediğini bile anlayabiliyorum. Çünkü başka bir ses başka bir teknik başka bir duyguyla üflüyor klarnetini. Bu albümde de derinden hissedebiliyorsunuz Hüsnü Şenlendirici'nin farkını..

Yunan müzisyenin “Bekledim de gelmedin” yorumu ve saatlerce çalsa dinleyebileceğim kanun taksimiyle hüzünlendiğiniz anda, “Ada Sahilleri” ile coşup “Kadifeden Kesesi” ile eğlenirken, Hüsnü Şenlendirici’nin enfes yorumuyla kendinizden geçiyorsunuz.

Albüm 2010 yılında çıktı piyasaya, ama hala CD çalarımda sık sık kendine yer buluyor ve çoğu zaman bende yunanca öğrenme ve şarkılara daha coşkulu katılma isteği uyandırıyor.

Markellos Pouplos’un yorumuyla “Bekledim de Gelmedin” in youtube kaydını paylaşmak istedim. Albüm hakkında size az çok fikir vereceğini düşünüyorum, ayrıca aynı eseri Bonus parça olarak albümde yer alan Merve Özbey Hanımefendinin yorumundan da dinlemenizi şiddetle  öneririm.


17 Temmuz 2012 Salı

1Q84 - HARUKİ MURAKAMİ





Haruki Murakami’nin son kitabı “1Q84” tam tamına 1256 sayfa.Ne yalan söyleyeyim alıp almamak konusunda tereddüt ettim.Daha sonra okuduğum yorumlarda tuğla büyüklüğünde ki bu kitabın okunmaya değer olduğuna kanaat getirdim.Yanılmamışım,kolay okunan,klasik tabirle elinizden düşüremeyeceğiniz bir roman 1Q84. Okuma konusunda tek sıkıntıyı fiziksel açıdan çekiyorsunuz.. Sık sık bir rahle edinmeyi düşündüm kitap elimdeyken..
Kitap, adından da anlaşılacağı üzere George Orwell’ın “1984” adlı eserine birçok gönderme içeriyor. Hatta kitap zaman olarak 1984 yılında geçiyor. 1Q84’ü okumak isteyenlere öncelikle George Orwell’in kitabını okumalarını tavsiye ederim.

Murakami Japonya’nın yaşayan en önemli yazarlarından kabul ediliyor. Batıcı olduğu ve Amerikan kültürü etkisi altında kaldığı eleştirileri ülkesinde yoğun bir şekilde konuşuluyor. Benim için bu özelliği kitabı daha okunur kıldı açıkçası. Japon halkına ait bir hayatı aktarırken kullandığı küresel öğeler, sizin hikayenin içinde kalmanızı kolay hale getiriyor. Kitabın içinden bir çok not aldım; inceleyip okumam gereken birçok kitap ismi, dinlemek istediğim birçok müzik,görmek istediğim birçok yer var.
Murakami’nin tasvirleri ve özellikle benzetmeleri müthiş; o kadar yerinde kullanıyor ki aklıma geldikçe gülüyorum hala birçoğuna. Romanın bir çok yerinde kısa kısa tekrarlara rastlıyorsunuz; bunlar sıkıcı olmak yerine uzun hikayeyi derleyip toplayıp bir bütün halinde okumaya devam etmenizde kolaylık sağlıyor.

Roman’ın içeriği hakkında bilgi verip özet geçmek yerine, “değil 1256 sayfa 2500 sayfa daha olsa okurdum” diyerek kitabın bende bıraktığı tadı size aktarmak daha doğru olur diye düşünüyorum. Yine de bu kadar büyük bir kitapta yazar ne anlatıyor derseniz;  içerisinde aşk var,zamana ait metaforlar var,güzel tasvirler ve nihayetinde sürükleyici bir kurgu var..
İyi okumalar..

8 Temmuz 2012 Pazar

RED HOT CHILI PEPPERS




2002 yazının sonlarıydı. Bir müzik kanalında R.H.C.P. ın uzak doğuda ki bir konseri esnasında yapılan röportajı izlemiştim.Röportajı yapan kişilerin Türkiye’den geldiğini öğrenen Flea, 2002 Dünya kupasında yarı finale yükselen futbol milli takımımızı çok beğendiğini söyleyerek 2005 yılında Türkiye’de konser vereceklerini müjdelemişti.Ne kadar sevindiğimi anlatamam.Ne yapıp edip bu konsere gitmeliyim diyordum ama 3 sene nasıl geçecekti?
Yıl oldu 2012.. Tam 10 sene geçti ve sonunda R.H.C.P. ın İstanbul konseri resmen açıklandı..Ertesi gün biletler alındı.. Peki şimdi 4 ay nasıl geçecekti ?? Neyse ki bugün itibariyle tam 2 ay kaldı konsere..  8 Eylül 2012 Santral İstanbul’da olmak için gün sayıyoruz.

Üstleri çıplak,yarı bilgisayar oyunu yarı gerçek 4 adam, o zaman için acayip sayılabilecek bir klip eşliğinde izlediğimde dikkatimi çekmişti ilk olarak.Fakat şarkının sonuna doğru gelen gitar solo beni benden almıştı. Uzun yıllardır cep telefonumun zil sesi olarak hala günlerce duyarım bu melodiyi zerre sıkılmadan..



Californication klibinin ardından Otherside klibi de gelince bu adamların bütün şarkılarını dinlemem gerektiğine karar vermiştim.. Müthiş şarkıları vardı üstüne daha da müthiş albümler yaptılar, bir ara dağılır gibi oldular ama şimdi büyük bir dünya turnesindeler.
Ölmeden önce yapmam gerekenler listemde en üst sıralardaydı  R.H.C.P ‘ı canlı canlı izlemek ve şimdi biletlerim elimde.. Gel 8 Eylül gel..

7 Temmuz 2012 Cumartesi

The Amazing Spider-Man






Ben hayatımda bu kadar bahtsız bir süper kahraman gördüğümü hatırlamıyorum. Örümcek Adamın belirli bir dramı vardır tabi ki kabul ediyorum ama bu yeni film,macera- aksiyon filminden ziyade tam bir drama olmuş gibi geldi bana.
Film bir devam filmi değil.En baştan yeniden çekilmiş.Çekilen ilk üçlemeyi beğenen biri olarak yeni seriye gitmeyi düşünmüyordum aslında.Fakat okuduğum birkaç yorumdan sonra izlemeye karar verdim.Bence efsane olacak kütüphane sahnesi dışında filmde aklımda kalan pek bir şey yok.

Filmin ilk yarısında bilmediğiniz bir şey yok. Neredeyse ilk filmin tekrarı, ikinci yarısından itibaren yeni film izlemeye başlıyorsunuz nihayet.

Yeni Peter Parker’a da alışmak benim için zor oldu ama yine de oyunculukların vasatın üzerinde olduğunu söylemem gerekir.
Sonuç olarak İnanılmaz olan tek şey filmin ismi.. Herşeye rağmen yaz sezonunda illa ki bir film izleyecekseniz 3 boyut desteğiyle ve güzel görüntüleriyle biraz dramatik olsa da bir kaç saat geçirebilirsiniz.

16 Haziran 2012 Cumartesi

REPLİKAS






“Biz Burada Yok İken”  hikayesi olan, ruhu olan, gelecek nesillere aktarmak için çok önemli değerleri kendine misyon edinmiş bir albüm.

İçerisinde bulunan kitapçıkta ne yapmak istediklerini açıkça ifade etmişler; bu durum günümüzde albüm almak için herhangi bir sebep bulamayan dinleyiciler için önemli bir kıstas olabilir,zira tek tek bütün şarkılara ait bilgilendirmeleri okurken şarkılara ayrı bir gözle bakıyorsunuz ve daha güçlü anlamlar yükleyerek dinleme zevkine varıyorsunuz.

Kendi tabirleriyle bu bir Anadolu-Pop albümü.70’lerden çok güçlü izler taşıyor ve günümüze müthiş safiyane bir rock tadında ulaşıyor.Elbette bu albümün Anadolu-Pop olarak tanımlanmasının da bir anlamı var.Büyük bir saygıyı,hürmeti,özeni ve elbette müthiş bir kaliteyi içeren bu albümün her parçasında Türk Rock’ının olması gereken yer hakkında kendinizi sorgulamadan alamıyorsunuz.

Barış Manço’dan Erkin Koray’a,Cem Karaca’dan Moğollara,Haramilere ve bir çok üstada ustalıklı bir saygı duruşu “Biz Burada Yok İken”..

Replikas’ı daha öncelerden bilenlere zaten bir sözüm yok ama bilmeyenlerde mutlaka bu albümü edinip dinlemeli ve arşivinde özenle saklamalıdır.

10 Haziran 2012 Pazar

Steve Jobs



Walter İsaacson’un Steve Jobs biyografisini okuyunca çok daha iyi anlayabiliyorsunuz nasıl bir dahiyle karşı karşıya olduğunuzu.Geçmişten günümüze,bilmeden o kadar çok beğendim işi var ki..
Örneğin hepsini ayrı ayrı bayılarak izlediğim Pixar filimlerinin ardında Jobs’un imzası varmış; The İncredibles,Wall-E,UP,Toy Story,Kayıp Balık Nemo ve diğerleri..  Ben bu Pixar’ın yaptığı her iş gerçekten mükemmel oluyor derken meğerse Jobs bu animasyon harikaları için tek tek uğraşıyormuş.



Küçüklüğümden hatırlarım,masa üstü renkli bir bilgisayar vardı.Sadece monitör;kasası yoktu.. İmac..

İpod’u,İphone’u İpad’i ilk gördüğümde hep şaşırtmıştı beni..Dahice fikirler ve mükemmel tasarımlar.
Hala kullandığım İphone’u benim için vazgeçilmez yapan ufak detayların hepsi için mühendislerinle saatlerce kafa patlattığını öğrenmek garip bir mutluluk verdi bana..

Matrix ten de hatırlayacağımız siyah zemin üzeri yeşil karakterle gördüğümüz o ekrandan da bizleri Jobs kurtarmış.
Örnekler çoğaltılabilir ama görülen o ki Jobs’un sıfırdan icat edip hayatımıza etki ettiği pek bir buluş yok.Ama o mevcut durumdan öyle yenilikler yarattı ki gerçekten teknoloji alanında çığır açtı.Bu konuda kitaptan şöyle bir alıntı yapmak daha açıklayıcı olacak sanırım;
..Bazı insanlar, ”Müşterilere istedikleri şeyi” ,verin diyorlar.Ama benim yaklaşımım bu değil.Bizim işimiz müşterilerin ne isteyeceklerini onlardan önce bulmak.Henry Ford şöyle bir söz söylemişti sanırım ; “Müşterilere ne istediklerini sorsaydım,’Daha hızlı bir at’ derlerdi!”..
Şöyle bir düşünüyorum da, bir dizüstü bilgisayar almak için mağazaya gittiğimde eğer bir Mac alacak bütçem yada düşüncem yoksa geri kalan markaların pek bir önemi kalmıyor.Hepsinin hemen hemen aynı tasarımı,donanımı ve işletim sistemi var.Seçim süreci neredeyse sadece fiyat kıyaslamasına kalıyor.Bu örneği cep telefonu ve taşınabilir müzik sistemlerine de uyarlayabilirsiniz.
Her ne kadar kişiliği ve insan ilişkileri bana ve birçok insana oldukça itici gelse de,Steve Jobs bu devrin en büyük dehalarından biridir benim için.Ve oğlu Reed’ten bahsederken söylediği bu şu sözler geleceğimize de ışık tutacak niteliktedir..
..”Duyduğu ilginin aynısını ben onun yaşındayken bilgisayarlara karşı duymuştum.Bence yirmibirinci yüzyılın en büyük icatları biyolojiyle teknolojinin kesiştiği alanda yapılacak.Yeni bir çağ başlıyor,tıpkı ben onun yaşındayken bilgisayar çağının başladığı gibi..”

1 Mayıs 2012 Salı

Kokusu Kadar Güzel Olmayan Yiyecekler

Listemizin geri sayımı ;


3. Kahve :
      Güzel bir kahvenin yerini hiçbir şey tutamaz kabul.Mis gibi bir Türk kahvesi,toprak kokulu koyu bir filtre kahve,lezzetli bir mocha yada en zor anlarda imdada koşan nescafe bazen günün en mutlu anını yaşatır insana.Ama bir düşünün,reklamlarda bile kahvenin  kokusuna vurgu yapılır,çoğu zaman herhangi bir yerde duyduğumuz kahvenin kokusu kendimizden geçirir bizi ve hatta kavrulan,öğütülen bir kahvenin müthiş kokusu kaplar etrafı..O an koca bir fincan kahve bile içebilirim diye düşünürsünüz ama içimi hiçbir zaman kokusunun verdiği hazzı vermez insana.



2.Leblebi :
       Yıllar önce bir arkadaşımla Pazar yerinin kalabalığı,gürültüsü içinde ilerlerken burnumuza gelen mis gibi bir kokuyla etrafımıza bakındığımı hatırlıyorum.Bir kuruyemiş dükkanın önünde büyük bir makine da leblebi kavruluyordu.Cebimizde ki bir iki lira bozuk parayla almaya niyetlendik.O kadar güzel kokmuştu ki. Esnaf amcamıza uzattığımız bozuk paralarla amcanın eline leblebileri koymak için aldığı kese kağıdı arasında ki orantısızlığı fark edince geri dönülmez bir yola girdiğimizi anlamıştım.Neredeyse yarım kiloluk bir kese kağıdı leblebiyle yola koyulduk.Yol bitti mahalle bitti gün bitti ama o kadar arkadaşa ikram etmemize rağmen leblebiler bitmedi.Atmaya da kıyamıyoruz.Midemiz zaten kendinden geçti.O gün anladım ki leblebinin kokusuna bir daha kanılmayacak.



1.Haşlanmış tane mısır :
       Listemizin bir numarasında elbette bardak mısır olarak ta ünlenen şahane kokulu vasat lezzetli ürünümüz var. Sokakta,alışveriş merkezlerinde nerede olursa olsun buram buram kokusu heryere yayılıyor bu meretin.Açsınız büyük bir bardak alıyorsunuz tuzu yağı isterseniz çeşitli sosları her şeyi tamam.. Ama ağzınıza attığınız ilk kaşıkta bütün hayalleriniz yıkılıyor. Mısır işte bu.. çok güzel ama kokusu kadar güzel değil be arkadaş..

1 Nisan 2012 Pazar

Bursa-Ankara Yolu Trafik Çilesi



Bursa – Ankara yolunda aylardır süren bir trafik çilesi yaşıyor insanlar. Haftada iki sefer bu yolu kullanmak zorunda olduğum için ve dönüş zamanım tam trafiğin yoğun olduğu zamana denk geldiğinden dolayı uzun süredir bu çileyi yaşıyorum.
Bu çilenin sebebi Bursaray çalışması.Tabi ki olması gereken yatırımlar,çalışmalar bunlar ama benim itirazım alternatif yolların uzunluğu ve yolun bir bölümünün çalışması tamamlanmadan diğer bir bölümünün de alternatif yola verilmesi. Normal yolu kullandığınızda ortalama 5 dakika sürecek bir yolun alternatifi ortalama 35 dakikalık bir yol olabilir mi? Bu mudur planlama?






Yukarıda ki resimde yolu aklınızda canlandırmak için normal yolu yeşille,alternatif yolu kırmızı ile göstermeye çalıştım.(Kabul ediyorum resmin boyutunu istediğim gibi ayarlayamadım)
İlk bakışta çok farklı mesafeler gibi görülmeyebilir ama alternatif yolun darlığı,zeminin kalitesi ve trafik ışıklarıyla ağır vasıtaların dönüşlerde ki zorlanmaları bu yolun çile haline dönmesine yetiyor da artıyor bile.
Üstelik bu bahsettiğim ve resimle gösterdiğim bölüm sadece Kestel-Bursa yönünde ki güzergah.Ayrıca Bursa-Kestel yönünde de bol alternatifli ve çileli bir güzergah mevcut.
Çok kısıtlı bilgime rağmen ben bu çalışmalarda belirlenen çalışma takviminin ve alternatif yolların olabilecek en uygun planlama olduğunu düşünmüyorum.
Keşke bu durumda ki mağduriyetimizi bildirip geri dönüş alabileceğimiz bir platform olsa ve keşke halkımız her konuda olduğu gibi bu konuda da bu kadar sessiz ve çaresiz kalmasa.




20 Şubat 2012 Pazartesi

EKOSİSTEM KÖPRÜSÜ

İnanması zor belki ama, "Türkiye'de iyi şeyler de oluyormuş" dediğim bir makale okudum Bilim ve Teknik Dergisinin şubat 2012 sayısında.

Aşağıda ki fotoğraftan az çok anlaşıldığı üzere Mersin otoyolu üzerine inşa edilmiş bu köprü,o bölgede yaşayan canlıların türünü devam ettirebilmesi için çok önemli bir ayrıntı..

Uzun uzadıya bilimsel ayrıntılardan bahsedilebilir fakat burada önemli olan doğayı katletmekte oldukça hoyrat davranan insanoğlunun özellikle Türkiye'de böyle bir projeyi düşünüp,tasarlayıp hayata geçirebilmiş olmasıdır.

Otoyollarında ki hayvan ölümlerinin büyük rakamlara ulaştığı ülkemiz topraklarında bu köprü,sadece çarparak ölümlerin önüne geçmekle kalmayacak aynı zamanda o bölgede yaşayan popülasyonun genetik çeşitliliğinde ve türlerin devamında kesintiler oluşmasının da önüne geçecek.

Kimin emeği geçtiyse bu projede,kimin katkısı varsa ellerine yüreğine sağlık.


Orman Ekosistem Köprüsü

23 Ocak 2012 Pazartesi

Charlie'li Hayat

 Çok mu huysuz? Evet.. yaramazmı? hemde nasıl.. gürültücü.. zarar verici.. ısırır,pençe atar,zarar verir.. çok sıkıştırırsanız tıslar bile size.. Ama onun evde olmasının mutluluğu yeter insana.. Sevdirmez kendini size ama uyurken birkaç saniye dokunabilirsiniz belki.. Yeri gelince köpek olur yeri gelince tavşan.. Kendi kafasına göre gezer evde.. Her köşe onundur.. İstediği gibi kullanabilir.. Daha çok marifeti vardır elbet.. en önemlisi eve getirdiği huzur,neşe,mutluluk.. Bu minicik kedinin varlığı yeter mi bir evi huzurlu yapmaya? Evet o ailemizin bir ferdi.. Konuşmasada bizi çok iyi anlıyor.. Bunu biliyoruz ve seni çok seviyoruz be ev aslanı...